12 Şubat 2017 Pazar

ASLA

Bir gün önce senin için hiçbir anlam ifade etmeyen şarkıyı ertesi gün büyük hislerle dinletiyor hayat. Bir gün önce asla yapmam dediğini yaptırıyor gönül. Yazmam diyorsun ama yazdırıyor düşünceler. Ölmem desen bugün, yarın ölebilirsin mesela. Hatta ölmüşüzdür belki, her ölen girmiyor toprağın altına. Toprağın üstündeyken ölenlerdenizdir biz de.

Asla kelimesi lugattan kaldırılmalı tüm evrende. Kimse büyük konuşmasın diye. Akşam boş caddede yürürken tek başına, önünden geçtiğin evdeki adam 'asla bundan kötüsü olamaz' demiştir, bilemezsin. Daha kötüsü olabilir o an. Mesela okuyacak kitabı kalmayabilir veya içecek çayı. Belki de en kötü şey gelir başına, en sevdiği yalan söyler ona. Bundan kötüsü olur mu? Asla!

Ayrıca asla seninle Atakulede, şöyle Ankara'yı izlerken bir bardak çay içmeyiz. Asla bana Cemal Süreya'dan bir iki mısra okumazsın. Sohbet ederken saatin kaç olduğunu unutacak kadar huzurlu olmayız asla. Büyük mü konuşuyorum ben de? Olsun. Konuştuğum başıma gelmeden ölmem işte.

22 Eylül 2016 Perşembe

Her Şeye Rağmen İyiyim.

Çikolatanın mutlu edeceği avuntusuyla şişmanladım ben. Ayrıca çok gülmenin beraberinde hüznü getireceğini düşündüğüm için yarım kaldı mutluluklarım. Batıl inançları olan biri değilim aslında ama konu mutluluğum olduğunda istemeyerek de olsa saçma sapan davranabiliyorum. Mesela hiç düşünmeden, korkmadan alırım bıçağı bir başkasının elinden. Ama kara kediyi gördüğümde nedensizce kaçırırım bakışlarımı üzerinden. Bazen düşünüyorum da bu korumacı tavrım mı ürkütüyor sevinçlerimi? Ondan mı bu kadar tereddüt etti doğmakta güneşim? Belki de oluruna bırakmalıyım hayatı? Herkes gibi. Çevremde sürekli duyduğum içi boş kahkahalardan atmalıyım bende. Böyle mi mutlu olunur? Hayır, sanmıyorum. Sanırım oturup mutluluğun ayağıma gelmesini beklemeye devam edeceğim. Tam bir Türk kızı gibi. Söz konusu mutluluk bile olsa ilk adımı o atmalı efendim!
  Her şeyi geçtim bazen kendimi kafeden kalkmamak için bitirilmeyen bardağın dibindeki soğumuş çay gibi hissediyorum. Aslında önemliyim ben! Ama soğumuşum. Hayata acı bir tad veriyorum artık ama ben olmasam olmayacak hayat. Kalkacaklar masadan çayları bittiği için. Bu arada bahsi açılmışken çay iyidir, çay için. Çayın mutlulukla yakından alakası var. Çikolata hikaye..
 Topladığım bir demet papatya benim hayatım. İçinden çıkan böcekler yüzünden çıkamıyorum hayatın içinden. Soluyorum zamanla. Hayatımın can suyunu Rabbim verdi. Sonrasında her gün annemin ruh halleri suluyor beni. Mutluysa o, ben de güçleniyorum. Göz yaşları zehirliyor beni. Annem ağlamamalı. Anneler ağlamamalı. Çay doldurdum az önce anneme. Dedim ya, çayın mutlulukla yakından alakası var..

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Can Kırıkları

"Neden insanlara bu kadar soğuksun, uzaksın?" diye soruyorlar bazen. Bilmem ki, diyerek geçiştiriyorum. Üstümdeki bu görünmez zırh bazen ağır gelse de çıkarmaktan korkuyorum. Can kırıklıklarıyla dolu içim. Ne zaman kıpırdasam canıma batan parçalar... Yenilerine yer kalmadığı için bu tedbirli duruşlarım. Bu göz göze gelmekten kaçan bakışlarım. Sahi siz hâlâ inanıyor musunuz, birinin gelip hiç gitmeyeceğine? Veya sizi hiç üzmeyeceğine? Yok babam yok, yok öyle bir insan. Onun için boşa hayal kurmayın. Can kırıklıkları ile hayal kırıklıkları birleşince geride kurumuş göz pınarları kalıyor çünkü... Ve hissizleşiyorsun sonuç olarak. Düşün ki, otobüse binmişsin ve gideceğin yeri bilmiyorsun. Heyecan ve biraz da korkuyla sürekli yola baktığın veya yanındakilere iki dakikada bir "Geldik mi?" diye sorduğun zamanlar geride kalacak. Onun yerine kulaklığını takacaksın ve şansa bırakacaksın. Sonra radyoyu açıp sıradaki şarkı bana gelsin deyip o şarkıyı heyecanla beklemeyeceksin. En sevdiğin bardağın kırıldığında üzülmeyeceksin. Takımına küfretseler sinirlenmeyeceksin yahu! Değer mi be? Elinde hiçbir şey kalmayacak. Sen bile. Biz en iyisi güvenmemeye devam edelim. İyi fikirmiş bu zırh olayı değil mi? İşte bu yüzden bu kadar soğuğum. Gerçi böyle konuştuğuma bakmayın. Bizim gibiler içini ısıtacak birini bulduğunda tüm bu geceleri gözü kapalı yakarlar. Ama dediğim gibi zamanı gelene kadar göstermemeli bu yanımızı. Bir daha aynı hatayı yapmamalı. Hiç kimse senden önemli değil. Sana iyi davran.

24 Şubat 2016 Çarşamba

Mutlu Olalım.

  Siz hiç kendinizi yaprak dökümündeki Ali Rıza Bey gibi hissettiniz mi? Nasıl bir duygu bilir misiniz peki? Bu konuda fikri olan var mı? Hepimiz zaman zaman onun gibi hissetmedik mi sahi? Hayatımızda bir şeyleri yoluna koymak için kendimizi yıpratmadık mı? Ağzımızın tadı kaçmasın diye susmadık mı? Etrafımızda Ferhundeler olmadı mı sanki hiç? (Hepimiz Ali Rıza beyiz diye bağırasım geldi bir an, neden bu kadar çabuk gaza geliyorum ben yahu.)

   Her ne yaşarsak yaşayalım bizim sonumuz onunki gibi felçli bir halde bahçede tekerlekli sandalyede olmak zorunda değil. Bu sakat hâl tabi ki hepimizin başına gelebilir ama hepimiz eminiz ki ondaki bu sakat son fiziksel değildi. Benim bahsettiğimde fiziksel değil. Yani herkesin üzüntüsünü içimizde biriktirdiğimizde böyle bir son kaçınılmaz olur. O yüzden bardağın dolu tarafından bakmayı huy edinelim. Bu hayatta mutlu olmak için binlerce sebep var. En ufağından küçücük içten bir söz bile tüm günümüzü mutlu geçirmemizi sağlar. Sizi mutlu eden insanları da çevrenizden eksik etmeyin. Kendinize iyi davranın.

12 Şubat 2016 Cuma

BUHRAN


   Güvendiğimiz yerlerimizden aldık biz hep darbeyi. Düzelmeyecek kadar büyük bir hasar oluştu içimizde. İnsanlara olan güvenimizi alanlar, özgüvenimizi de yok etti farkında olmadan. Kendimize mutluluğu yakıştırmaz olduk. Herkesin savunduğu gerçeği, yalanladık hep. Bir adım atmadan önce yirmi kez düşünür olduk, bu da bizi yavaşlattı haliyle. Gülüşlerimizi çalıp bizi yavaşlatanlar, bu hallerimize 'depresyon' dediler. Geçer dediler. İlaçla geçer mi yahu bu? İlaçların verdiği mutluluk sanrısı, ihtiyacımız olan sevgiyi verebilir mi bize? Ben uzun zaman önce bir şeyler için çabalamayı bıraktım. Umut etmeyi bıraktım. Belkileri bıraktım. OLDUĞU DA, OLMADIĞI DA KADER. Kendinize iyi davranın. Umutlarınıza sahip çıkın.

9 Şubat 2016 Salı

İçimizdeki Kış

 Ağaçlara benziyoruz zaman zaman. (Hayır odunluğumuzdan değil hemen aklınıza bu mu geldi yani). Mevsimlere göre değişiyor yalnızlığımız. Bahar bahçeyken, çiçekler açarken ne kadar da kalabalık oluruz. Hani ağaçları bu dönemlerinde kuşlar, insanlar yalnız bırakmaz ya aynen bizi de etrafımıza mutluluk saçarken kimse yalnız bırakmaz. Sürekli mutluluğumuzu paylaşırlar. Eksik olmasınlar. (Yazar noktalama işaretlerini birbirine karıştırdı bu yazıda, bulduğu yere virgül koydu, gözardı ediniz.)


   Fakat her şey sonbahar gelene kadar. Yapraklarını döken ağacın dalında ne kuş kalır, ne de yanında insan. Bizim gibi. Kötü zamanlarımızda yanımızda birini bulmakta zorlanırız. Yapraklarımızı dökerken yanımızda bahardan kalma bir kaç kişi varsa ne mutlu. Zira bütün yapraklar döküldüğünde onlar da kalmayacaktır. Belki sonbahar sever bir kaç dost.


   Sonbahardan bile daha acı, daha dip yaşatan mevsim ise kış'tır. Üşütür. Sonbahar severlerde uzaklaşır yanından. Soğuktur çünkü. Daha acıdır,acıtır. Her kişinin harcı da değildir kışa ulaşmak. Zordur. Yara bere içinde kalmıştır, içinizdeki çocuk. Tabi o da büyümediyse. Her şeye rağmen çocuk kalabildiyseniz güçlüsünüzdür. O hengameden çocuk kalarak çıkabilmek ne büyük zaferdir.


   Kışta kalanlara selam olsun. Biz ancak birbirimize tutunarak çıkabiliriz baharlara. Hep bahar bahçe olanlar bizi ne anlasın? Kendinize iyi davranın.


 

6 Şubat 2016 Cumartesi

Vırtım Geldi

   Yanlış hatırlamıyorsam 3. sınıfın yaz tatilindeki tatil kitabımda bir okuma parçası vardı. "Vırtım geldi" diye. Annem sınıf annesi olduğu için (parantez içinde söylüyorum çok havam vardı ve beş yıl sınıf anneliği yapan annemden dolayı öğretmenin torpilli öğrencisi, sınıfta şu malda kendini bir şey zannediyor diye gösterilen kişi bendim)  tatil kitaplarını bize dağıttığında tabi ki ilk işimiz açıp içini karıştırmak olmuştu. Yaklaşık 1 dakika sonra hepimiz kahkahalarla birbirimize bu hikayeyi göstermeye başladık. Hayır hepimizin önünde aynı sayfa açık fakat hikayeyi gösterirken yanımızdakini dürtüp "gördün mü ya ehsahsjhaj" diyoruz. Neyse gösterme faslı bittikten sonra sınıfta bir sessizlik oldu çünkü hikayeyi okuyoruz heyecanlı bir şekilde. ( Yazar o yıllarda işe yaradığını göz önüne alarak bu yazının başlığını da aynı yapmaya karar verdi, belki bir iki okunma daha fazla olur diye) Neyse bilenler vardır muhakkak fakat gelelim bilmeyenler için bu cümlenin anlamına. Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet'in 'ENRİKA ENRİKA!' diye bağırması gibi, yanlış hatırlamıyorsam bizim köylerimizden birinde de bir emmimiz bağırmış 'VIRTIM GELDİ' diye. Ama bizimki öyle çok önemli bir şey değil, bir yazı yazıyormuş ilham geldiğini belirtmiş. Yaaaanii anlamı "ilham geldi". 


   Gece gece nerden geldi bu kelime aklına sayın benkarayımokara hanım? Diye sorabilirsiniz. Bu cümleyi yazarken ben de düşündüm bunu aslında (salak mıyım neyim). Ben aslında uykum olmadığı için youtube'da böcek yiyenleri izliyordum. Adamlar çekirge yedi ya. Karınca falan yediler. Allah'ım kusacaktım.Neyse işte bunları izlerken birden yazma isteği geldi. Dedim ki VIRTIM GELDİ. (Yazarken ki tipimi görseniz dersiniz ki bu hâla 3. sınıfta her şeye gülen sınıf annesinin salak çocuğu)


   Yok ya ben aslında cidden ota bota gülen bir insanım hâlâ. Ama neye güleceğim belli olmaz. Sevmiyorum bu huyumu. Dengesizim biraz. Bağırıp çağırdıktan sadece iki dakika sonra karşımdakinden özür dileyebiliyorum. Dur yahu azıcık sinirli kal, yok. Veya gülerken ağlıyorum falan. Bu arada gözlerim bozulmuş benim ya. (Ne alaka be!) Kendinize çok iyi davranın. Vırtınıza hakim olun diye mi bitirsem. Yok canım o kadar da iğrençleşemem.Yok yok bunu size yapamam,yok.

Kendinize iyi davranın, hep gülün. Dengelerinize hakim olun!