22 Eylül 2016 Perşembe

Her Şeye Rağmen İyiyim.

Çikolatanın mutlu edeceği avuntusuyla şişmanladım ben. Ayrıca çok gülmenin beraberinde hüznü getireceğini düşündüğüm için yarım kaldı mutluluklarım. Batıl inançları olan biri değilim aslında ama konu mutluluğum olduğunda istemeyerek de olsa saçma sapan davranabiliyorum. Mesela hiç düşünmeden, korkmadan alırım bıçağı bir başkasının elinden. Ama kara kediyi gördüğümde nedensizce kaçırırım bakışlarımı üzerinden. Bazen düşünüyorum da bu korumacı tavrım mı ürkütüyor sevinçlerimi? Ondan mı bu kadar tereddüt etti doğmakta güneşim? Belki de oluruna bırakmalıyım hayatı? Herkes gibi. Çevremde sürekli duyduğum içi boş kahkahalardan atmalıyım bende. Böyle mi mutlu olunur? Hayır, sanmıyorum. Sanırım oturup mutluluğun ayağıma gelmesini beklemeye devam edeceğim. Tam bir Türk kızı gibi. Söz konusu mutluluk bile olsa ilk adımı o atmalı efendim!
  Her şeyi geçtim bazen kendimi kafeden kalkmamak için bitirilmeyen bardağın dibindeki soğumuş çay gibi hissediyorum. Aslında önemliyim ben! Ama soğumuşum. Hayata acı bir tad veriyorum artık ama ben olmasam olmayacak hayat. Kalkacaklar masadan çayları bittiği için. Bu arada bahsi açılmışken çay iyidir, çay için. Çayın mutlulukla yakından alakası var. Çikolata hikaye..
 Topladığım bir demet papatya benim hayatım. İçinden çıkan böcekler yüzünden çıkamıyorum hayatın içinden. Soluyorum zamanla. Hayatımın can suyunu Rabbim verdi. Sonrasında her gün annemin ruh halleri suluyor beni. Mutluysa o, ben de güçleniyorum. Göz yaşları zehirliyor beni. Annem ağlamamalı. Anneler ağlamamalı. Çay doldurdum az önce anneme. Dedim ya, çayın mutlulukla yakından alakası var..

6 Temmuz 2016 Çarşamba

Can Kırıkları

"Neden insanlara bu kadar soğuksun, uzaksın?" diye soruyorlar bazen. Bilmem ki, diyerek geçiştiriyorum. Üstümdeki bu görünmez zırh bazen ağır gelse de çıkarmaktan korkuyorum. Can kırıklıklarıyla dolu içim. Ne zaman kıpırdasam canıma batan parçalar... Yenilerine yer kalmadığı için bu tedbirli duruşlarım. Bu göz göze gelmekten kaçan bakışlarım. Sahi siz hâlâ inanıyor musunuz, birinin gelip hiç gitmeyeceğine? Veya sizi hiç üzmeyeceğine? Yok babam yok, yok öyle bir insan. Onun için boşa hayal kurmayın. Can kırıklıkları ile hayal kırıklıkları birleşince geride kurumuş göz pınarları kalıyor çünkü... Ve hissizleşiyorsun sonuç olarak. Düşün ki, otobüse binmişsin ve gideceğin yeri bilmiyorsun. Heyecan ve biraz da korkuyla sürekli yola baktığın veya yanındakilere iki dakikada bir "Geldik mi?" diye sorduğun zamanlar geride kalacak. Onun yerine kulaklığını takacaksın ve şansa bırakacaksın. Sonra radyoyu açıp sıradaki şarkı bana gelsin deyip o şarkıyı heyecanla beklemeyeceksin. En sevdiğin bardağın kırıldığında üzülmeyeceksin. Takımına küfretseler sinirlenmeyeceksin yahu! Değer mi be? Elinde hiçbir şey kalmayacak. Sen bile. Biz en iyisi güvenmemeye devam edelim. İyi fikirmiş bu zırh olayı değil mi? İşte bu yüzden bu kadar soğuğum. Gerçi böyle konuştuğuma bakmayın. Bizim gibiler içini ısıtacak birini bulduğunda tüm bu geceleri gözü kapalı yakarlar. Ama dediğim gibi zamanı gelene kadar göstermemeli bu yanımızı. Bir daha aynı hatayı yapmamalı. Hiç kimse senden önemli değil. Sana iyi davran.

24 Şubat 2016 Çarşamba

Mutlu Olalım.

  Siz hiç kendinizi yaprak dökümündeki Ali Rıza Bey gibi hissettiniz mi? Nasıl bir duygu bilir misiniz peki? Bu konuda fikri olan var mı? Hepimiz zaman zaman onun gibi hissetmedik mi sahi? Hayatımızda bir şeyleri yoluna koymak için kendimizi yıpratmadık mı? Ağzımızın tadı kaçmasın diye susmadık mı? Etrafımızda Ferhundeler olmadı mı sanki hiç? (Hepimiz Ali Rıza beyiz diye bağırasım geldi bir an, neden bu kadar çabuk gaza geliyorum ben yahu.)

   Her ne yaşarsak yaşayalım bizim sonumuz onunki gibi felçli bir halde bahçede tekerlekli sandalyede olmak zorunda değil. Bu sakat hâl tabi ki hepimizin başına gelebilir ama hepimiz eminiz ki ondaki bu sakat son fiziksel değildi. Benim bahsettiğimde fiziksel değil. Yani herkesin üzüntüsünü içimizde biriktirdiğimizde böyle bir son kaçınılmaz olur. O yüzden bardağın dolu tarafından bakmayı huy edinelim. Bu hayatta mutlu olmak için binlerce sebep var. En ufağından küçücük içten bir söz bile tüm günümüzü mutlu geçirmemizi sağlar. Sizi mutlu eden insanları da çevrenizden eksik etmeyin. Kendinize iyi davranın.

12 Şubat 2016 Cuma

BUHRAN


   Güvendiğimiz yerlerimizden aldık biz hep darbeyi. Düzelmeyecek kadar büyük bir hasar oluştu içimizde. İnsanlara olan güvenimizi alanlar, özgüvenimizi de yok etti farkında olmadan. Kendimize mutluluğu yakıştırmaz olduk. Herkesin savunduğu gerçeği, yalanladık hep. Bir adım atmadan önce yirmi kez düşünür olduk, bu da bizi yavaşlattı haliyle. Gülüşlerimizi çalıp bizi yavaşlatanlar, bu hallerimize 'depresyon' dediler. Geçer dediler. İlaçla geçer mi yahu bu? İlaçların verdiği mutluluk sanrısı, ihtiyacımız olan sevgiyi verebilir mi bize? Ben uzun zaman önce bir şeyler için çabalamayı bıraktım. Umut etmeyi bıraktım. Belkileri bıraktım. OLDUĞU DA, OLMADIĞI DA KADER. Kendinize iyi davranın. Umutlarınıza sahip çıkın.

9 Şubat 2016 Salı

İçimizdeki Kış

 Ağaçlara benziyoruz zaman zaman. (Hayır odunluğumuzdan değil hemen aklınıza bu mu geldi yani). Mevsimlere göre değişiyor yalnızlığımız. Bahar bahçeyken, çiçekler açarken ne kadar da kalabalık oluruz. Hani ağaçları bu dönemlerinde kuşlar, insanlar yalnız bırakmaz ya aynen bizi de etrafımıza mutluluk saçarken kimse yalnız bırakmaz. Sürekli mutluluğumuzu paylaşırlar. Eksik olmasınlar. (Yazar noktalama işaretlerini birbirine karıştırdı bu yazıda, bulduğu yere virgül koydu, gözardı ediniz.)


   Fakat her şey sonbahar gelene kadar. Yapraklarını döken ağacın dalında ne kuş kalır, ne de yanında insan. Bizim gibi. Kötü zamanlarımızda yanımızda birini bulmakta zorlanırız. Yapraklarımızı dökerken yanımızda bahardan kalma bir kaç kişi varsa ne mutlu. Zira bütün yapraklar döküldüğünde onlar da kalmayacaktır. Belki sonbahar sever bir kaç dost.


   Sonbahardan bile daha acı, daha dip yaşatan mevsim ise kış'tır. Üşütür. Sonbahar severlerde uzaklaşır yanından. Soğuktur çünkü. Daha acıdır,acıtır. Her kişinin harcı da değildir kışa ulaşmak. Zordur. Yara bere içinde kalmıştır, içinizdeki çocuk. Tabi o da büyümediyse. Her şeye rağmen çocuk kalabildiyseniz güçlüsünüzdür. O hengameden çocuk kalarak çıkabilmek ne büyük zaferdir.


   Kışta kalanlara selam olsun. Biz ancak birbirimize tutunarak çıkabiliriz baharlara. Hep bahar bahçe olanlar bizi ne anlasın? Kendinize iyi davranın.


 

6 Şubat 2016 Cumartesi

Vırtım Geldi

   Yanlış hatırlamıyorsam 3. sınıfın yaz tatilindeki tatil kitabımda bir okuma parçası vardı. "Vırtım geldi" diye. Annem sınıf annesi olduğu için (parantez içinde söylüyorum çok havam vardı ve beş yıl sınıf anneliği yapan annemden dolayı öğretmenin torpilli öğrencisi, sınıfta şu malda kendini bir şey zannediyor diye gösterilen kişi bendim)  tatil kitaplarını bize dağıttığında tabi ki ilk işimiz açıp içini karıştırmak olmuştu. Yaklaşık 1 dakika sonra hepimiz kahkahalarla birbirimize bu hikayeyi göstermeye başladık. Hayır hepimizin önünde aynı sayfa açık fakat hikayeyi gösterirken yanımızdakini dürtüp "gördün mü ya ehsahsjhaj" diyoruz. Neyse gösterme faslı bittikten sonra sınıfta bir sessizlik oldu çünkü hikayeyi okuyoruz heyecanlı bir şekilde. ( Yazar o yıllarda işe yaradığını göz önüne alarak bu yazının başlığını da aynı yapmaya karar verdi, belki bir iki okunma daha fazla olur diye) Neyse bilenler vardır muhakkak fakat gelelim bilmeyenler için bu cümlenin anlamına. Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet'in 'ENRİKA ENRİKA!' diye bağırması gibi, yanlış hatırlamıyorsam bizim köylerimizden birinde de bir emmimiz bağırmış 'VIRTIM GELDİ' diye. Ama bizimki öyle çok önemli bir şey değil, bir yazı yazıyormuş ilham geldiğini belirtmiş. Yaaaanii anlamı "ilham geldi". 


   Gece gece nerden geldi bu kelime aklına sayın benkarayımokara hanım? Diye sorabilirsiniz. Bu cümleyi yazarken ben de düşündüm bunu aslında (salak mıyım neyim). Ben aslında uykum olmadığı için youtube'da böcek yiyenleri izliyordum. Adamlar çekirge yedi ya. Karınca falan yediler. Allah'ım kusacaktım.Neyse işte bunları izlerken birden yazma isteği geldi. Dedim ki VIRTIM GELDİ. (Yazarken ki tipimi görseniz dersiniz ki bu hâla 3. sınıfta her şeye gülen sınıf annesinin salak çocuğu)


   Yok ya ben aslında cidden ota bota gülen bir insanım hâlâ. Ama neye güleceğim belli olmaz. Sevmiyorum bu huyumu. Dengesizim biraz. Bağırıp çağırdıktan sadece iki dakika sonra karşımdakinden özür dileyebiliyorum. Dur yahu azıcık sinirli kal, yok. Veya gülerken ağlıyorum falan. Bu arada gözlerim bozulmuş benim ya. (Ne alaka be!) Kendinize çok iyi davranın. Vırtınıza hakim olun diye mi bitirsem. Yok canım o kadar da iğrençleşemem.Yok yok bunu size yapamam,yok.

Kendinize iyi davranın, hep gülün. Dengelerinize hakim olun!

2 Şubat 2016 Salı

SÖYLEYECEKLERİM VAR

   O ses Türkiye'yi izlerken kan beynime sıçradı bir an ve ne yapsam kime yazsam nereye yazsam diye düşünürken dedim ki yaz bloğa herkes okusun. (Yazar bu arada hâlâ bloğuyla çok iyi yerlere geleceğine emin bir şekilde, ümidini kaybetmeden yaşamaya devam eder.) Neyse konumuz Emre Sertkaya;
    Hakkında bir takım söylenti, haber, propaganda veya her neyse işte bir şeyler çıktı. Çoğumuz biliyoruzdur bunu zaten. İlk başta buna sinirlendim fakat asıl nokta bu değil. Arkadaşıma bu söylentinin ekran görüntüsünü attığımda ilk aldığım cevap 'instagramda bunu yalanladı kanki' oldu. Hayır benim anlamadığım kim ve hatta oylarla birinci olacak kim 'ben teröristim' der ki? (Dokunulmazlığı olan veled-i zinaları katmıyorum. Onlar her gün bas bas bağırıyorlar.) Hadi bunu da geçiyorum ben bunu arkadaşıma yazdığımda aldığım cevap; 'bu ses yarışması, önemli olan ses gerisi bizi ilgilendirmez' oldu. Burada koptum tam olarak. Beynimde şimşekler çaktı resmen, iki dakika telefonla öylece bakıştık ve o an anladım ki bu kişiye oy atıp ilk üçe kadar çıkartan beyinler de aynı düşünüyor. Şimdi size sorarım ne demek bizi ilgilendirmez ulan! (Yazar iyice hiddetlendi adeta klavyeden ateş çıkartırcasına hızlanmıştı.)  BİZE OLUR MU DÖKÜLEN KANLAR SONRA HELAL? Bu oy verenler nasıl Türk'üm diyecek sonra göğsünü gere gere? Diğer tarafta bu ülke için gözünü kırpmadan canını vermiş, 3 aylık bebesini, 1 aylık karısını bırakmış atamıza nasıl hesap vercekler? Tüyü bitmeden savaşa gidip bizler için, bizim bu günlere gelmemiz için şehit olmuş atalarımızın yüzüne nasıl bakacaksınız soruyorum ulan size? (Neyse ki yazdıkça biraz olsun rahatlayan yazar yazısının sonuç bölümüne geçerken umarım okuyup bana hak verecek olan insanlar, attığı oylardan utanacak olan insanlar olur diye ümit etmekte.)


   Sonuç olarak tabi ki umarım bu söylentiler gerçekten 'söylentidir'. Umarım böyledir... Fakat bir ATA sözümüz var bilirsiniz; (beynimize kazıyalım, bazı şeyleri hatırlayalım, kendimize gelelim diye büyük harfle yazdım) 'Ateş olmayan yerden, duman çıkmaz' diye. O sese çıkan bütün doğulu yarışmacılar için böyle şeyler çıkabilir fakat ben bu yıl bunu sadece bu arkadaşta gördüm. Bilmiyorum ya, yine dediğim gibi umarım ben ve benim gibi düşünen cankoçlar yanılıyoruzdur. Kendinize iyi davranın, sinirlerinize hakim olun!

1 Şubat 2016 Pazartesi

Grip Olan İnsandan Çok Garip Olan İnsan Var;

Başımda dayanılmaz bir ağrı var. Kalkıp majezik içmeye de üşeniyorum. Üstüne başımda sürekli konuşan bir afacan var. Plastik bardakları üst üste dizip yüz bininci kez yaptığı kuleye de bakıp 'ay ablacım çok güzel olmuş aferin' dedikten sonra başladım yazmaya...

   İlk yazıma uludağ sözlükteki bir kaç yazar arkadaştan çok güzel tepkiler aldım. Gerçekten kimsenin okumayıp, geçeceğini düşünürken böyle tepkiler almak beni çok çok mutlu etti. Okuyup beğenen, beğenmeyen herkese o güzel gözlerini  yorduğu için çok teşekkür ederim. (Yazar bu cümleyi yazdıktan sonra acaba beğenmeyenlere teşekkür etmese miydim veya onların gözlerine güzel demese miydim diye biraz düşündü bizde yalan yok gb*) Sürekli yazasım geliyor öyle böyle değil, fakat geçen yazımda da dediğim gibi bloğu açmadan önceki yaptığım araştırmalarda ilk başlarda -çok tanınmazken- sürekli yazı yayınlamak doğru değilmiş. Bende bu yazıyı yazdıktan sonra büyük ihtimal taslaklara kaydedip yarın yayınlayacağım. Neyse artık yavaş yavaş gelelim mi asıl mevzulara cankoçlar?

   Aslında yarın saat beşte kalkıp, hastaneden sıra almam gerekiyor ki saat on veya on bire doğru bana sıra gelsin. Bu kadar yoğunluk ilk düşündüğünüzde kulak burun boğaza gideceğim izlenimi verebilir. Malum domuz gribi yaygın bu ara, dikkat edin kendinize zeytin yağı için öyle dedi Canan hanım. Gerçi ben tereyağı yiyin demesini beklerdim fakat böyle diyorsa da vardır bir bildiği. (Yazar burada kesinlikle Canan teyzeyle dalga geçmemiştir hatta kendisi de onun diyetlerini uyguluyor yalan yok.)
Bak konu yine dağıldı. Ne diyordum, ülkemizde grip olan insandan çok garip olan insan var. -güzel söz oldu yaz bunu kenara.- Bende o garip insanlardanım. Uzun lafın kısası kullandığım antidepresanın dozunu yükseltmek için psikiyatriden randevu almam gerekiyor. Zira 50 mg sadece beynimin sol lopunun yarısını mutlu etmeye yetiyor sanırım. Çünkü ben hâlâ o geçimsiz, o huysuz, o sinirli kızım.

   Dün üstteki paragrafta bırakmışım yazmayı, bugün tabi ki sabahın köründe kalkıp gitmedim sıra almaya. Biraz gezdim dolandım bugün. Ama gün boyu içimde sanki bir şeylerin eksik olduğunu, eksik kaldığımı hissediyorum.Size de oluyor mu ? Uzaklara dalıp gidiyorum. Ne düşündüğümü bile bilmeden, bomboş... Bazen de kendimi kilitliyorum sanki. Bir şey anlatıyorlar ve ben de bomboş bakıyorum. Bugün pek yazan tarafımdan kalkmadım sanırım. Sizi sıkmamak için bu yazıyı da burada bırakıyorum. Umarım beğenirsiniz. Kendinize iyi davranın cankoçlar. Duygularınıza hakim olun!

31 Ocak 2016 Pazar

MERHABA!

   Aslında kendi ajandana bir şeyler karalarken her şey daha kolaymış, son iki saatte yazıp yazıp sildiklerimden bunu anladım. Alt tarafı bir blog değil mi? Zaten okumayacaklar. Bir saniye, ya okurlarsa? Ya birden yazılarım patlar ve gözümü açtığımda kendimi Beyaz Show'da bulursam? (Yazar burada kendi kendine bir kahkaha patlattı ve sonra neden bu kadar güldüğünü anlamaya çalışırken ağlamaya başladı.)

   Hayır özel günümde falan değilim.Bu benim serseri serbest stilim - burayı silip silmemek konusunda çok çeliştim biliyorum çok iğrençti-. Neyse, merhaba! Okuyan, okuyacak, okumaya üşenecek herkese hepinize. Sanırım düzenli olarak buradayım artık. Karmaşık duygularımla beraber size anlatacaklarımız var. (Neyse ki ağlamayı kestim ve damla sakızlı pastamdan bir çatal daha aldım. A101'e yeni gelmiş tavsiye ediyorum supanglelerin yanında hemen dolapta. 8,45' ti yanlış hatırlamıyorsam gb* )

   İlkokulda nasıl ilk hafta ders işlemiyorsak ben de ilk yazımda sizi çok boğacak konulara girmek istemiyorum. Yani sanırım. Belki de şuan pasta yediğim için bu kadar pozitif şeyler yazabiliyorum. Akşamları yazdığım yazılarda kesinlikle bu benden eser olmuyor.

   Ben kim miyim? Ben karayım. Duygu karmaşaları içinde boğulan, bir gülüp, beş ağlayan... Hepimiz gibi. İnsanların dertlerini dinlemeyi seven onlara yardım ettiğinde mutlu olan... Fakat bazen enayi gibi hissetmiyor değilim. Misal; herhangi biri sizin omzunuzda ağlayıp kötü günlerini atlattığında iyi günlerinde sizi unutup başkalarıyla gülüyor sonraki kötü gününe kadar sizi arayıp sormuyorsa kendinizi enayi ilan edebilirsiniz. O yüzden ben enayiyim. Aslında ağlamak istiyorum, bende bir omuzda ağlamak istiyorum bazen fakat yapamıyorum. Çünkü her zaman yanındayım demelerinizin yalan olduğunu biliyorum. Aynaya anlatıyorum. Ben her zaman yanımdayım. Yanımda olmak zorundayım Allah kahretmesin. Ben bile zorunda olduğum için yanımdayım kimi kandırıyorum ki? (Yazarın pastası bitmiş ve hafiften melankoya bağladığını hissettiği anda bastı kahkahayı, gerizekalı.)

   Neyse ilk yazıdan uzun tutmamam gerekiyormuş, yoksa okunmazmış. Bloğu açmadan önceki yaptığım araştırmada yazıyordu. Kendinize iyi davranın cankoçlar. İkinci yazıda görüşmek üzere, duygularınıza hakim olun!